18 Eylül 2015 Cuma

Beyin Duyusu


Başlık benim değil. Rastlantıyla gördüğüm bir kitabın adı. (1)

"Beyin Duyusu: Duyuların ve Çevremizdeki Dünyayı Nasıl İşlediğimizin Bilimi."

Aslında bu yazının biçimi de, içeriği de bir anlamda benim değil. Kitabın yazarının sunuşunun çevirisi ve yönlendirmesiyle ortaya çıkan bir metin.

Çok düşündüğüm için mi, bilgisayarlarla gereğinden fazla uğraştığım için mi bilmiyorum, kitap hemen ilgimi çekti.

Önsözünün başlığı "Bilime Aşık Olmak".

Şöyle başlıyor: "Bilime ilk ne zaman aşık olduğumu bilmiyorum ama ölüm bizi ayırana dek dediğim günü hatırlıyorum."

Yazar üniversitede ekoloji öğrenimi görürken eski bir madenle ilgili çalışmada yer alıyor. Ahududu çalılıklarında veri topluyorlar. Bilgileri grafiklere aktarıyorlar. Eksenler, noktalar, kümeler ve çizgilerdeki sayılar, çevrede bulunan ahududu çalılarının dağılımı madenin gizli tarihini açığa çıkarıyor. Ekoloji sözcüğünün henüz evlere girmemiş olduğu bir dönemde çizdikleri o çubuklar, noktalar, çizgiler ve eğriler madenin elli yıllık tarihini yansıtıyor. Bölgede nasıl çalışıldığını, ne zaman terk edildiğini, madenin asit drenajının en fazla ne zaman kirlettiğini ve doğanın kendini korumak için bölgeyi ahududularla sarmaya çabaladığını açığa çıkarıyor.

Bilgilerin boyadığı resim yazara sanat müzelerindeki başyapıtlardan bile çok daha güzel görünüyor.

O günden sonra asla kariyer seçimini sorgulamıyor. Biçimi ne olursa olsun bilimde karar kılıyor.

1990'lı yılların başlarında okuduğu bir cümle dikkatini çekiyor. Nörobilimci Richard Restak'ın yazdığı "İnsan beyni bilinen evrende kendini anlamak için bir arayışa giren tek organdır" değerlendirmesi.

"Bilim burada işte" diyor kendi kendine. "Kandan ve dokulardan yapılmış bir organ kendi çalışma şeklini anlamaya kalkışıyor."

Bu konudaki kaynakların arasına dalarak "Beyninizin Kendisiyle İlgili Sorduğu ve Yanıt Bulamadığı 101 Soru... Şimdiye kadar bulamadığı" adında bir kitap yazıyor. Çalışma başarılı oluyor, 1999'da Bilimde Gelişme için Amerikan Birliği'nden en iyi kitap ödülü alıyor.

Ama yazar yüz bir sorunun buzdağının yalnızca ucu olduğunu söylüyor. Soru sordukça daha çok okuyup öğreniyor, daha da çok bilmek istiyor. Beyin ve duyular arasındaki ilişkiler onu büyülüyor. Kitabın adı bu yüzden "Beyin Duyusu" oluyor.

Konuyla ilgili pek çok uzmanlık alanı var.

Nörologlar çevresel ve merkezi sinir sisteminin etkileşimini inceliyor.

Beyin haritacıları beynin belirli işlevleri düzenleyen bölgelerinin ve bu bölgeleri birbirine bağlayan sinir ağlarının şekillerini çiziyor.

Biyokimyacılar kimyasal duyuların etkilerini başlatan moleküler alıcıları araştırıyor.

Biyofizikçiler ışık ve ses dalgalarının nasıl kendilerini duygusal algılamalara çevirebildiğini sorguluyor.

Doktor ve cerrahlar duyular ve beyinle ilgili hastalıkların tedavisini arıyorlar.

Mühendisler ve biyomekanikçiler prostetiklerden sanal gerçeklik simülatörlerine uzanan aygıtlar yapıyorlar.

Kavramsal psikologlar nasıl öğrendiğimizi anlamaya çalışıyorlar.

Davranış psikologları yaptıklarımızı niçin yaptığımızı açıklamayı umuyorlar.

Klinik psikologlar duyusal algı kaybının zihinsel, sosyal ve duygusal etkilerini iyileştirmeye çalışıyorlar.

Kitap alışılmış biçimde düzenlenmiş, temel konular ana başlıklar altında toplanmış. Beş temel duyunun her biri için ayrı bölümler var. Dokunma, koku alma, tatma, görme ve duyma.

Yazar kitaba dokunmayla başlamasının nedenini duyuların arasında en az değer verilen, ama kendisince belki de en önemlisi olması olarak belirtiyor.

Kimyasal duyular benzer biçimlerde çalıştıkları için daha sonra tatma ve koku alma duyularını inceliyor.

Ardından en çok inandığımız, ama en az güvenebileceğimiz görme ve işitme geliyor.

Duyulardan her biri için ilgili bölüme algılama yetenekleri azalmış ya da yok olmuş sıradan kişilerle ilgili öyküler katılmış. Ayrıca konuyla ilgili bilimsel araştırmaların son durumunun olabildiğince yer almasına çalışılmış. Beyin duyusuyla ilgili yapılmakta olan çok fazla çalışma varmış. Yazar bu alanın genişliğini ve etkileyiciliğini yansıtmasını umarak örneklere yer vermiş.

İki konu kitap boyunca tekrarlanıyormuş.

Birincisi beynin plastikliği (biçimlendirilebilir olması). Beyin yaşam boyunca değişiyormuş. Önceleri yetişkin beyninin ileri yaşlardaki bozulma dışında sabit ve değişmez olduğu sanılırken, son dönem çalışmaları bunun yanlışlığını göstermiş. Beyin kendini sürekli olarak yeniden biçimlendiriyormuş. Kendi yapısını düzenliyor, bazı bölümleri zarar görür ya da kaybolursa buradaki işler için yeni devrelere görev veriyormuş. Anılar bile akla her gelişlerinde yeniden yaratılıyormuş. Beynin plastikliğinin duyularımızın, bilinçliliğimizin ve insan olmanın özünün anlaşılması için küçümsenemeyecek bir önemi varmış.

Yazarın sözünü ettiği diğer konu ise tartışılabilir gerçeklik. Ya da gerçeklik duygusunun göreceli, yoruma açık olması olarak anlaşılabilir.

"Duyularımıza inanırız, bize çevremizdeki dünyayla ilgili nesnel, tam ve kesin bilgi sağladıklarına güveniriz. Oysa yanılırız. Beyinlerimiz, her girdiyi beklentilerimize, hayal ettiklerimize ve dilediklerimize göre biçimlendirerek kendi gerçeğini inşa eder. Beyinlerimizin kendi akılları vardır. Işık dalgalarını istedikleri görüntülere, ses dalgalarını gürültüyle müzik arasında değişen kalıplara dönüştürürler. Dokunma duyumuz yumuşaktır, değişkendir, arıtılabilir, istenen biçimi alabilir. Neyi tadacağımıza ya da neyi koklayacağımıza inanıyorsak onu tadar ya da koklarız. Tam olarak eşit bir çevrede bile siz ve ben ne aynı şeyleri görür, işitir, tadar, dokunur ya da koklarız; ne de duyularımızın topladığı bu bilgilerden aynı sonuçları çıkarırız. Kişisel dünyalarımız, duyularımızın topladığı ham malzemeleri, yapım süreci sırasında önemli ölçüde değiştirilen ham bilgileri işleyerek beyinlerimizin inşa ettiği yapılardır."

Tartışılabilir gerçeklik düşüncesine verilen önem nedeniyle kitabın sonuna "Büyük Beşin Ötesinde" başlıklı bir bölüm konmuş. Beş duyunun kapsamlarına girmeyen, gözden kaçırılamayacak ölçüde karmaşık olan diğer duyulara, ya da duyusal deneyimlere yer verilmiş. Örnekler sıralanmış.

Sinestezi adı verilen duyuların karışması olgusu.

Dejavu denen bir olayı önceden yaşamış olma duygusu.

Ampütasyonlu kişilerin sık sık yaşadığı gerçek dışı algılar ya da ağrılar, olağandışı denebilecek duyusal algılar.

Birçoğumuzun düşündüğünden çok daha hassas bir şekilde beden saatiyle tutulan beynin zaman kavramı.

Yazar beyin ve duyularla ilgili çok fazla bilgisi olan kişiler kadar az bilenlerin de kitabı okumasını umduğunu söylemiş. Konuya ilgi duyup kavramlara yabancı olanlar için bir de ek hazırlamış. Nörobilim konusunda kısa bir özet vererek kitapta kullanılan terim ve kavramların çoğunu açıklayan ve kitapta tartışılan beyin bölgelerinin yerlerini gösteren şekiller içeren "Beyin ve Sinir Sistemi" başlıklı bir bölüm eklemiş.

Kitabın birçok yanı olduğunu söylüyor.

Bilimden ve yaşamından öğrendiklerini yansıttığı için bir anlamda yazarın anılarına da yer vermiş.

On yıl önce nasıl sorulacağı bile bilinmeyen soruların yanıtlarını bulmak için akıllıca deneyler tasarlayan başarılı bilim adamlarının çalışmalarını yansıtmış.

Gerçek bilim insanlarının soruların yanıtlarını ararken nasıl çalıştıklarını anlatabilmek için onların yaşam öykülerine değinmiş.

Bir yanıyla herkes için gerekli bir ders kitabıymış, duyularımızın nasıl çalıştığı hepimiz için önemli olduğundan.

Bir yanıyla tarihmiş, geçmişte nerede olduğumuzu bilmezsek gitmekte olduğumuz yerin değerini anlayamayacağımızdan.

Bir gazeteymiş, son dakika gelişmelerine, manşete çıkan günlük öykülere yer verdiğinden.

Seyahat notlarıymış, Washington, Minnesota, Michigan ve Massachusettes'te çalışan nörobilimcileri ziyaret ederken kendisiyle gelmenizi istediği için.

Kişisel tanıtım dosyalarına yer veriyormuş, tanıdığı bilim insanları ilginç çalışmalar yapan, tam ve anlamlı yaşayan, merak uyandırıcı kişiler olduğundan. Okuyucuların da onları kendisinin gördüğü gibi görmesini istiyormuş. Anlaşılmaz, tuhaf yaratıklar değil, kendi uzmanlık alanlarındaki böğürtlen çalılıklarında çalışırken bilgi arayışında başarıya ulaşan sıcak, esprili, katılımcı varlıklar olarak.

"Hepsinden önemlisi, bu kitap yürekliliğe ve öykülerini benimle paylaşan kusursuz insanlara ödenen bir vergidir" diyor yazar.

Gemisi Antarktika'da battığında ölümle yüzleşen tur rehberi.

Beyni zarar görünce koku duyusunu yitiren kuaför.

Mastektomi sonrasında memelerini hissetmeye devam eden kadın.

İşitme engelli doğup koklear implant taşıyan genç şair.

Renklerde harfler gören sinestezili.

Telefon hatlarının mühendisliğini yapan ve kulağının içindeki sesleri, tinnitusunu unutan elektronik dahisi.

Dokunma duyusu olmadan doğmuş genç çocuk ve tüm başardıklarında onu tam ve koşulsuz olarak sevip destekleyen anne.

"Son olarak, bu kitap bilime ve bilim insanlarına yazılmış bir aşk mektubudur. Tüm yaşamım boyunca bilimle evli kaldım. Sorularla, yöntemlerle ve bilimsel araştırmanın sonuçlarıyla büyülenişim hiç eksilmedi. Bilim görmenin, bilmenin, anlamanın tek yolu değildir, ama benim kalbimi kazanmış olandır. Gelin ve yaşamımın aşkıyla tanışın."

Giriş bölümünü böyle sonlandırıyor yazar. Yaklaşımının ve yansıttığı gerçeklik algısının beni çok etkilediğini söylemeliyim.

Yazıyı bir öykümden (2) söz ederek bitireyim. "Anılar" yazılımının yeni sürümüne geçen Met ile Merilia'nın yaşadıkları ilginç deneyin konuyla ilgisi olduğu düşünülebilir. Sanırım bu öykülerimin arkası gelecek. Düşüncelerimizin ve aklımızın nerelere gidebileceğini gerçek yaşamda bilemiyoruz. Belki de geleceği artık sanal ortamdaki düşsel kahramanlar belirleyecek. Kuşkusuz arkalarındaki akılların katkısıyla.


(1) Brynie, Faith Hickman, Brain Sense : The Science of the Senses and How We Process the World Around Us, AMACOM Books, 2009.

Yazıda kitabın giriş bölümünden yararlanılmıştır.


(2) Mehmet Arat, Yitirdiğim Anılar, http://blog.milliyet.com.tr/yitirdigim-anilar/Blog/?BlogNo=351792, 2012.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder